DUR YOLCU !
Bimeden gelip bastığın bu toprak, bir devrin battığı yerdir
Eğilde kulak ver, bu sakit yığın, vatan kalbinin attığı yerdir
Bu ıssız gölgesiz yolun sonunda, gördügüm bu tümsek, Anadolun'da, İstiklal uğrunda, namus yolunda, can veren MEHMED'in yattığı yerdir..
Bu memleketin topraklarında kanlarını döken Ingiliz, Fransız, Avustralyalı, Yeni Zelandalı, Hintli kahramanlar!
burada, dost bir vatanın toprağındasınız.Huzur ve sükun içinde uyuyunuz..Sizler, Mehmetçiklerle yanyana koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır.
Huzur içindedirler ve rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.''
Mustafa Kemal
burada, dost bir vatanın toprağındasınız.
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır.
Huzur içindedirler ve rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.''
Mustafa Kemal
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE
Şu Boğaz Harbi Nedir? Var mı ki dünyada
eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü
beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için
Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir
karaya,
Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar
kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle “bu: bir
Avrupalı”
Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan
kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut
kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı
beşer
Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakikat
mahşer.
Yedi iklimi cihanın duruyor
karşında,
Osrtralya’yla beraber bakıyorsun ;
Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler
rengarenk.
Sade bir hadise var ortada : Vahşetler
denk.
Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne
bela...
Hani tauna da zuldür bu rezil
istila...
Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i
asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle
sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup
karşısına;
Döktü karnındaki esrarı
hayasızcasına,
Maske yırtılmasa hala bize affetti o yüz
...
Medeniyet denilen kahbe, hakikat
yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahribe müvekkel
esbab,
Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü
harab.
Öteden saikalar parçalıyor
afakı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor
a’makı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her
siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o aslan
neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce
lağam,
Atılan her lağımın yaktığı: Yüzlerce
adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de
yer
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı
beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene,
parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak
sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de namerd
eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden
seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık
sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız
tayyare.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan
mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide
güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner
hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat
iman?
Hangi kuvvet onu, başa, edecek kahrına
ram?
Çünkü te’sis-i ilahi o metin
istihkam.
Sarılır, indirilir mevki’-i
müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i
beşer;
Bir göğüslerse Huda’nın edebi
serhaddi;
“O benim sun’-i bediim, onu çiğnetme”
dedi.
Asım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş
gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu,
çiğnetmeyecek.
Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar,
taşlar...
O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez
başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış
yatıyor,
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler
batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş,
asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı
değer.
Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor
Tevhid’i...
Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı
idi.
Sana dar gelmeyecek makber’i kimler
kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe”desem,
sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o
kitab...
Seni ancak ebediyetler eder
istiab.
“Bu, taşındır” diyerek Ka’be’yi diksem
başına;
Ruhumun vayhini duysam da geçirsem
taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, rida
namıyle;
Kanayan lahdine çeksem bütün
ecramıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da
tavan;
Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsan
oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş
kanına;
Uzanırken, gece mehtabı getirsem
yanına,
Türbedarın gibi ta fecre kadar
bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz
etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam
yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem
hatırına.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak
savletini,
Şarkın en sevgili sultanını
Salahaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclaline ettin
hayran...
Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken
hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp
parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı
adın;
Sen ki, a’sara gömülsen taşacaksın...
Heyhat,
Sana gelmez bu ufukalar, seni almaz bu
cihat...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden
makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.
MEHMET AKİF
ERSOY